..

29 Kasım 2012 Perşembe

Kaparili - Tavuklu Makarna



         Merhabalar Sevgili Dostlar. Hayırlı cumalar diliyorum hepinize. Uzun diyebileceğim bir aradan sonra, tekrar sizinle beraberim. Bu süre zarfında, yatılı misafirlerimi ağırladım hayırlısıyla, çocukların okulları ve yeni evin birtakım hazırlıkları sürdü. Bir de şu pek çoğumuzun başında olan, bloggarın resim kotası sorununa takıldım tabi. Cafe Portakal, Deryayla Lezzetler ve Muhabbetin Zerreleri  'den  aldığım öneriler sayesinde bunu da hallettim, şimdilik tabii. Hepsi de sağ olsunlar...
         Kapari, bir bitkinin çiçek açmamış, tomurcuk kısmı oluyormuş. Tomurcuklar açılmadan toplanıyor, öyle tüketiliyormuş. Hatta halk arasında "gebere" olarak bilinen bu bitki, aslında biraz da arsız oluyor, heryerde yetişebiliyormuş. Yöre halkının "gebere" dediği bu bitki, yararlarının öğrenilmesinden ve pazarının oluşmasından sonra, kıymetli oluvermiş :)
        Makarnamıza gelince, ben daha önce kapariyi hiç denemedim. Yararlarını okuyunca, markette gördüğüm turşusunu almaya karar verdim. Ortaya bu şekilde bir makarna çıktı. Kaparinin turşusu, yeterince yararlı olmuyormuş, bu yüzden reçelini öneriyorlar. Naçizane sizlere belki fikir verebilir düşüncesiyle, 1 aydır bekleyen bu güzelim makarnaya geçelim isterseniz. Şimdilik, Hoşçakalın...

Kaparili - Tavuklu Makarna İçin Malzemeler:

  • 1/2 paket makarna
  • 2 kaşık sıvıyağ
  • 1 adet kuşbaşı doğranmış tavuk göğsü
  • 5-6 adet çeri domates
  • 2-3 adet sarımsak
  • 1 tatlı kaşığı kapari turşusu (tabak başına)
  • Üzeri için rendelenmiş kaşar yada istediğiniz bir peynir çeşidi.

Yapılışı:
  1. Makarnayı az tuzla haşlayın. Fazla dağılmadan, hafif diri olacak şekilde haşlayın.
  2. Sarımsakları doğrayın, biraz sıvıyağ ve tavuk göğsünü, kısık eteşte, birlikte kavurun. Üzerine tuz ve çeri domates ekleyip kavurmaya devam edin.
  3. Haşlanmış makarnayı, süzdürüp, bu karışıma katın. Biraz da böyle soteleyin.(Lezzeti makarnaya geçinceye kadar)
  4. Makarnayı, servis tabağına alıp, üzerine kapari turşusu ekleyin. En üstüne rendelenmiş peynir katabilirsiniz. Afiyet Olsun...

17 Kasım 2012 Cumartesi

Muffin Şeklinde Şık Kumpirler


               
                  Bir dertleri vardı besbelli. Sürekli, yanyana geliyor, fısıl fısıl konuşuyorlardı. Birbirlerinin kulaklarına eğiliyor, kimseye sezdirmemeye çalışıyorlar. Belli ki bir planları var, henüz yapmayıp, yapmaya teşebbüs edecekleri.
                 Kimlerden mi bahsediyorum? Tabii ki benim ufaklıklardan. Meğer bana bir sofra hazırlamakmış bütün bu çabaların sebebi. Girip dolaptan ne buldularsa onları tabaklara koyup, kahvaltı sofrası hazırlamışlar. Bardakların yanına da birer çikolatalı gofret koymuşlar. Beni de çağırıp, "_Anne, biz sana sürpriz yaptık." dediler.
                " Kuş gördüğü yuvayı yapar." dedikleri bu olsa gerek. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Gerçi ben beş çayı saatlerinde, ikinci kahvaltıyı yapmış oldum ama :)  Darısı bütün annelerin başına.
                  Facebookta, bir paylaşımda gördüm bu şekilde kumpir sunumunu. Nerede gördüğümü paylaşmak isterdim fakat, not almamışım. Sıradan kumpir yapımını, muffin kalıplarında uyguladım sadece, hepsi bu. Sizler de misafirlerinize yada kendinize, bu şekilde yapılan servis ile minik hediye verebilirsiniz. Benim afacanlar bayıldılar bu kumpirlere. Mutlu pazarlar geçirmeniz dileğiyle...

Malzemeler:

  • 4 adet orta boy, haşlanmış patates
  • 1 tatlı kaşığı tereyağ
  • 2-3 yemek kaşığı kaşar
Üzeri için:
  • kornişon turşu
  • haşlanmış bezelye
  • yeşil ve siyah zeytin
  • haşlanmış mısır
  • sosis
  • mayonez
  • ketçap

Yapılışı:
  1. Patatesleri soyup, bir tencereye alıyoruz, ve üzerine tuz ekleyip, kısık ateşte pişmesini sağlıyoruz.
  2. Patatesler sıcakken, rendeden yada robottan geçiriyoruz. Üzerine tereyağ ve kaşar rendesini katıp, yoğuruyoruz. 
  3. Mini muffin kalıplarının içine bu patatesli harçtan yeteri kadar koyuyoruz.
  4. Üzerine küçük küçük doğradığımız, kornişon, ve sosislerle birlikte bezelye ve mısır da ekleyip, 4-5 dakikalığına sıcak fırına sürüyoruz. 
  5. Çıkartınca üzerine isteğe göre mayonez ve ketçap dökerek servis yapıyoruz. Afiyet Olsun...

Ben bu tarifimi arkadaşım Gelibolu 17/Mideden Kalbe 'ye gönderiyorum. Etkinliğinde bol katılımlar diliyorum.

16 Kasım 2012 Cuma

Tepside Patatesli Köfte, Cemil Meriç ve Prensesler Hakkında



         
            Oldum olası kitap okumayı sevmişimdir. Hani "hobileriniz" yazan kısma, kitap okumak yazılır ya klasik olarak, işte bu gerçekten, benim için hobiden daha kuvvetli birşeydir. Bazen hayatın yoğunluğundan dolayı, ara verdiğim yada uzak kaldığım olur. Sonra, ilk fırsatta bulduğum kitapları derler toplar üst üste alırım. Okumaya bir başladım mı bitmeli o kitap en kısa zamanda. İçine girer adeta, satırlarında kaybolurum çoğu kez.
            Bir de, hayran olduğum yazarlar vardır benim de herkes gibi. Şimdi bunları sıralayacak değilim ama, en çok hayranlık duyduğum Cemil Meriç ' ten çok kısa da olsa bahsedeceğim. Taa ortaokul yıllarında tanıştım Cemil Meriç kitaplarıyla... O'nun o ağır dili, her satırda bilmediğim kelimeye bakmak zorunluluğu taşıdığı halde, merakla okurdum. Hayrandım, her haline, gözlerinin kapanması bile, onu durduramayışına hayrandım. Bundan birkaç ay önce, Cemil Meriç 'in kızı Ümit Meriç ' den, babası hakkında söylediklerini işittim. Bir küçük ayrıntıyı, kafama taktım ne mi idi?
            Cemil Meriç gözlerini kaybettiği zaman, o kadar üzülmüş ve bunalıma girmiş. Vefakar eşi onun yaşaması için, "_Sen yaşa ben herşeye razıyım."  tarzı bir söz söylemiş onu desteklemek ve içinde bulunduğu ruh halinden kurtarmak için. O da, bir gün farklı bir şehre gittiğinde (sanırım) trende karşılaştığı bir başka kadına zaman içinde aşık olmuş. O kadının varlığını eşi, yıllarca bilmiş fakat artık söz ağızdan çıktığı için hiç sesini çıkarmamış. Eşi vefat edince de, sevgilisiyle evlenmek istemiş Cemil Meriç. Fakat sevgilisinin, "_Mirası reddet öyle evlenelim." önerisine asla evet dememiş. Reddedeceği miras eşinden ona kalacak olan mirasmış.
            Bunu neden sizinle paylaştığımı anlayabilirsiniz kolayca. Benim, gözümde büyüttüğüm, "_Böyle bir insan kolay kolay dünyaya gelmez." dediğim, hatta düşünceleri tutarlı ve mükemmel bulduğum bu kişi de özel hayatında (maalesef) o kadar mükemmel değilmiş. Sonuçta insanmış işte...
              Hiç kimsenin mükemmel olmadığını biliyoruz, velhasıl, niye mükemmelleştirmek hevesimiz hiç bitmiyor. Bazen benim de yaptığım gibi yazarları, yada ünlüleri, yada ne bileyim, flört döneminde eşimizi. Sonra evleniyoruz " Pat " olan oluyor. O ışık gidiyor,  ortada sıradan bir insan kalıyor.
               Aynı şekilde, kızlarımızı da, küçük prensesler, oğullarımızı yürekli cesur şövalyeler yapma hevesimiz niye hiç bitmiyor. Gerçek hayatta ne prenses olacaklar ne şövalye. Sonra gelsin, kalp sızıları, hayal kırıklıkları ve mutsuzluklar...  "Anne olarak görevimizin, kayıtsız şartsız onları mutlu etmek olmamasını gerektirdiği" ni bir anlayabilsem belki ikinci adım olan uygulama kısmına geçiş mümkün olacaktı. İşte benim de zayıflığım bu. İnsanlığa dalalet :)
              Köfteye gelince oldukça basit, bilindik, sıradan bir yemek. Aynı zamanda her sofraya yakışan (davet, akşam yemeği, dost sofrası) bir lezzet. Biliyorum, sizler de yapıyorsunuz ve hatta çok seviliyor bu yemek. Bir de benden olsun istedim tarifi. En azından lezzeti garanti...
             Kalın Sağlıcakla...
                                                                         
       Köfte için malzemeler:                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            
  • 500 gram dana kıyma
  • 1 yumurta
  • 3 yemek kaşığı galeta unu
  • 1/2 tatlı kaşığı kimyon
  • 1 orta boy kuru soğan
  • 3 diş sarımsak
  • 2 yemek kaşığı içyağı ( robotta yada rende yardımıyla ufalanmış)
  • 1 tatlı kaşığı tuz (silme)
  • karabiber
Yemeği için: 
  • 3 adet orta boy patates
  • 1 yemek kaşığı dolusu domates salçası
  • 3 su baradağı su
  • biraz tuz ve çok az sıvıyağ

Yapılışı:
  1. İşe tabiiki köfteyi hazırlamakla başlıyoruz. Köftelik malzemelerin hepsini derince bir kasede birleştirip, soğan ve sarımsağı rendeliyoruz. (İsteğe göre maydanoz da eklenebilir) 15 dakika kadar yoğuruyoruz ve bu karışımın üzerini  streç filmle kaplayıp, buzdolabına kaldırıyoruz. Buzdolabında 30 dakika kadar dinlenen köftelik harçtan, çok da küçük olmayan, yuvarlak köfteler yapıyoruz.
  2. Patatesleri soyup, köftelerin büyüklüğünde 1 cm kadar eninde yuvarlak dilimlere ayırıyoruz.
  3. Tepsiye, bir köfte bir patates olarak sıra sıra diziyoruz.(Ben küçük borcam kullandım)
  4. En üstüne salçayı biraz tuz ve 3 su bardağı su ile özeleyip, tepsinin üzerine döküyoruz. Üzerine çok az da sıvıyağ katıp, orta ısıdaki fırında pişirmeye bırakıyoruz. Afiyet Olsun...

13 Kasım 2012 Salı

Lalanga Tarifi


Her şey yolunda gidecek mi sandın
Barikatsız, setsiz yolların hani
Sen de dünyanın yalanına kandın
Altının, gümüşün, pulların hani

Sen böyle değildin, sana ne oldu
Feleğin oyunu seni mi buldu
İnsanlar kapında köleydi, kuldu
Nerde kölelerin kulların hani

Sen çareydin, gerisi hep naçardı
Kederler, elemler senden kaçardı
Gülünce yüzünde güller açardı
Cemalinde açan güllerin hani

İmkanların vardı, dağlar aşardın
Nasıl istiyorsan öyle yaşardın
Yel gibi eser, sel gibi coşardın
Rüzgârların dindi, sellerin hani

Dediğim kişi herkes olabilir
İsteyenler üstüne alabilir
Kamil'in de başına gelebilir
Derler ki: Görkemli hallerin hani


             Nasıl, güzel olmuş değil mi? Ben yazmadım tabiiki de. Şiirin, şairi kuzenim olur. Kendisi türkçe öğretmenliği mezunu olup, yatkındır böyle şeylere. Facede görünce ben de sizlerle paylaşayım istedim. Ben beğendim şahsen, umarım sizler de beğenmişsinizdir bu acemi şairi :)

             Lalangaya gelince,  yıllardır yaparım. Tarifi nerden öğrendim, onu bile hatırlayamıyacak kadar uzun süre oldu. Kahvaltılık, hatta öğlen atıştırmalık harika bir şey bu. Belki krep, belki cızlama, belki adı başka birşey oluyor. Ben dereotlusunu seviyorum, bu yüzden bir kısmını sade yapsam da bir kısmını dereotlu yapıyorum. Bu tabağın tamamını yedim sanmayın, tombul dediysem o kadar da değil yani... 

           
           
Malzemeler:

  • 2 yumurta
  • 2 su bardağı süt
  • 4 çorba kaşığı rendelenmiş kaşar
  • 1 çorba kaşığı sıvıyağ
  • 1 tatlı kaşığı tuz (silme)
  • aldığı kadar un
  • kızartmak için biraz sıvıyağ
  • isteğe göre dereotu

Yapılışı:
  1. Yumurtayı derince bir kasede çırp. İçine tuz ekle, sıvıyağ ekle, süt ekle karıştır.
  2. Azar azar unu ekle, boza kıvamına gelince üzerine kaşar rendesini de ekle ve istersen dereotu yada maydanoz gibi yeşilliklerde ekleyebilirsin. Karıştır.
  3. Yanmaz tavaya biraz sıvıyağ kat. Kepçeyle (dolu olmadan) al ve küçük yuvarlaklar halinde dök. 
  4. Kısık ateşte, bir tarafı pişince, zaten hamuru kaldırabilir hale gelir, böylece diğer tarafını da çevirerek, pişir.
  5. Sıcak servis yap. Afiyet Olsun...

11 Kasım 2012 Pazar

Hünkâr Beğendi ve Bir çekiliş


            Herkese mutlu haftalar, sevgili dostlarım
            Kış moduna girdiğimizden olsa gerek, bloklar alemi pek bir renkli şu sıralar. Her yerde güzel leziz tarifler, bol yayınlar var. Yazın rehaveti olsaydı, bırakın yemek yapmayı, çoğu zaman karpuz peynir yeterli gelirdi aç karmızı doyurmaya. Kış ayları bu yüzden bereketli bence. Evlere,daha bir kapanıyoruz malum. Okul, hastalık, kış... Hal böyle olunca da evde kalıp mutfağımıza daha fazla zaman ayırıyoruz. 
             Ben sanki hiçbirşey yapmıyorum gibi hissediyorum, fakat bir bakıyorum, fotoğraf makinemde, resimler birikmiş. Demek ki her ne kadar gönlüm ağustos böceği olsa da, ellerim o kadar alışmış ki artık buna, karınca desem yeridir. Tü tü  maşallah bana ve tabi siz diğer karıncalar alemine :) Sevdim ben bu benzetmeyi, " _Karıncayım ben,işçi karınca..."
           Mevsimin son patlıcanlarını buldum geçen gün. Amcanın biri, bahçesinin son patlıcanları olduğunu söyleyince, dayanamadım aldım. Bu patlıcanlarla, salata yapamazdım ya, ben de şöyle okkalı bir yemek yapmayı düşündüm ve böylece bu pazar yemeğimiz hünkâr beğendi oldu. Hünkâr beğenmiş zaten, biz mi beğenmeyelim :)
            Neyse lafı fazla uzatmıyayım, bana kalsa yazarım da yazarım. Nerden alıştıysam şu on parmağa. Eskiden olsa, kafamdakini yazana kadar, çoktaan, unutur giderdim. Bak laf yine gidiyor biryerlere, ben tarifi vereyim de bugünlük bu kadarla yetineyim baari...

Malzemeler:
Eti terbiyelemek için:
  • 1 adet soğan suyu
  • 1/2 çay bardağı süt
  • 2 kaşık sıvıyağ
Hünkâr Beğendi tarifi için malzemeler:
  • 500 gram dana kuşbaşı (yumuşak yerlerinden)
  • 2 orta boy soğan
  • 1 tane kabukları soyulup küp küp doğranmış domates
  • 5 adet patlıcan (Ben patlıcanı bol seviyorum ne yapayım)
  • 2 yemek kaşığı un (Fazla tepeleme olmasın)
  • 2 su bardağı süt
  • sıvıyağ
  • tuz
  • karabiber
  • 1 kaşık salça

Yapılışı:
  1. Dana etlerini terbiyeleme işlemini bir gece önceden yapın. Eğer fazla vaktiniz yoksa, kuzu eti kullanabilirsiniz. Terbiyelemek için, 1/2 çay bardağı süt, 2 kaşık sıvıyağ, 1 tane soğanın rendelenip sıkılmış suyunu kullanıyoruz. Bütün malzemeyi, etlerin üzerine döküp, karıştırıyoruz. Ağzını kapatarak, dolapta 1 gece bekletiyoruz.
  2. Patlıcanları közleyip, kabuklarını soyuyoruz. Tahtada, satır kıyması tarzında küçük küçük parçalar halinde iyice üzerinden geçiyoruz. Sonra bir süzgece alıp, fazla suyunu salmasını sağlıyoruz.
  3. Dolaptan çıkardığımız terbiyelenmiş dana eti, suyunu salmış olmalı. Ocağın üzerine koyup, kendi suyunda pişmesini sağlıyoruz. Suyu azalınca, içine küp küp doğradığımız 2 adet soğanı ve salçayı ekliyoruz. Domatesi de ekleyip baharatları katabilirsiniz.
  4. Etler yumuşayınca, üzerine tuz atıp, birkaç dakika daha pişirip, altını kapatıyoruz.
  5. Bir tencereye iki kaşık sıvıyağ katıp, unu ekliyoruz. Un kokusu çıkana kadar kavuruyoruz.(dikkat edin sararmasın). Daha sonra, üzerine azar azar sütümüzü ekliyoruz. İyice çırpıcıyla karıştırdıktan sonra, üzerine patlıcanları ekliyoruz.Tuz ve karabiberi ekleyip, altını kapatıyoruz. (ben etin kendi yağı olduğu için tereyağ kullanmıyorum)
  6. Servis ederken, tabağın altına patlıcanlı beğendiyi, üzerine ise pişirdiğimiz etleri koyuyoruz. Afiyet Olsun...
Arkadaşlar bir de sizlere Sevgili Deryayla Lezzetler 'in işbirliğiyle düzenlenen  Yemek Gurmesi sponsorluğunda bir çekiliş duyurusu yapmak istiyorum. 
Yukardaki yemek takımı ve çay seti hediyeli muhteşem bir çekiliş var. Katılmak isterseniz son gün 20 Kasım. Random org yardımıyla yapılacak çekilişe herkes katılabilir. Bol katılımlar Derya Ablacığım...

10 Kasım 2012 Cumartesi

Tepsi Böreği (Patatesli)

           
               Bu böreği babaannem yapardı, bizim evde. Kuzinede, meşe odunuyla pişirir, tadı yemelere doyulmazdı. Sıcak tepsiden, böreklerden çalarak, elimiz yana yana yerdik.Yanında da annemin yazdan yaptığı, konsantre, vişne suları ile birlikte. Bizim oralardaki adı "Dolama Börek" dir. Nitekim, ortasını yaptıktan sonra dolanarak çemberi büyütüyoruz ya ismi oradan gelse gerek.
             Bizim evde, sıcak tepsiden börek çalan olmadı tabi ama, sofrada yemeyi bekleyen hane halkından sakınarak, zar zor çekebildim fotoğrafını. Puf puf böreğin tadını bilmeyen yoktur sanırım. Benim gibi bütün özleyenlere gelsin o zaman...
   Arkadaşım Gelibolu 17/Mideden Kalbe porselen demlik çay saati etkinliği ev sahibesi. Bu börek onun için de gelsin. Kolay gelsin canım. Bol katılımlar...         
Hamuru için:
  • 1/2 yaşmaya
  • 1,5 tatlı kaşığı toz şeker
  • 1 yemek kaşığı tuz (silme)
  • 2 yemek kaşığı sıvıyağ
  • 8 su bardağı un
  • aldığı kadar ılık su (3-3,5 su bardağı civarında)
İç Harcı:
  • 2 orta boy kuru soğan
  • 5-6 adet orta boy patates (haşlanmış)
  • 1 tatlı kaşığı kuru nane
  • reyhan,karabiber,kimyon
İçine sürmek için 1 su bardağı sıvıyağ

Üzeri İçin:
  • 1 yumurta
  • çörekotu,susam


Yapılışı:
  1. Bir kasenin ortasına, unu katıyoruz. Ortasını açıp, mayayı ve şekeri katıp, biraz ılık su ile iyice özeliyoruz. Sonra yine azar azar su ilavesi ile tuzu da ekleyip, hamuru yoğuruyoruz. Bu şekilde, 40 dakika mayalanmaya alıyoruz.
  2. Soğanları küp küp doğrayıp, çok az sıvıyağda rengi şeffaflaşana kadar kavuruyoruz. Bir taraftan da patatesleri rendeleyip, soğanlara ekliyoruz. Üzerine tuz ve baharatları ekleyip, şöyle karıştırıp kapatıyoruz.
  3. Mayalanan hamuru  15  bezeye ayırıyoruz. Her bir bezeyi, biraz un yardımıyla açıyoruz. Açtığımız hamurun üzerine fırça yardımıyla, sıvıyağ sürüyoruz. Patatesli harçtan da arasına serpiştirerek, rulo yapıyoruz. (Bir bezeyi açabildiğimiz kadar büyük açıyoruz, fakat hazır yufka boyutuna erişmiyor. Eğer siz daha büyük açabilirseniz, patateslerini koyduktan sonra ortadan keserek de ayrı ayrı rulo haline getirebilirsiniz.)
  4. Tepsiyi hafifçe yağlıyoruz. İlk açtığımız, yufkayı, yuvarlak halinde en ortasına dolayarak, koyuyoruz. Sonraki yufkalar, bu ilk yapılan ortasının bittiği yerden başlamak kaydıyla, yufkanın boyuna kadar çemberler çizerek, devam ediyor. Bu işlem bittiğinde tepsi de dolmuş oluyor.
  5. Elimizle hamurların üzerine bastırıyoruz, her yerinin eşit olmasını sağlamak için. Sonra, üstüne bir yumurtayı çırpıp, sürüyoruz. İsteğe göre çörekotu ve susam serpip, önce 200 derecede, sonra 160 derecede içini alana kadar pişiriyoruz. Afiyet Olsun...


10 Kasım


10 Kasım Atatürk

           Seni Unutmadık, Unutmayacağız...

9 Kasım 2012 Cuma

Kestaneli Toplar + Üşengeçlik = Mutlu Son :)


          Bu aralar pek bir üşengecim. Havalar değişti Ankara'da. Soğuk kendini göstermeye başladı, doğalgaz yanmaya başladı. Grip, nezle kapıdadır tabi doğal olarak. Fakat beni en mutsuz eden şey, sabahları kalktığımda karanlık, puslu havayla güne başlamam. Güneşin pırıl pırıl ışıkları sizi çook özleyeceğim anlaşılan...
          Böyle puslu havalarda, ne birşey yapasım var ne de kızların istediği tatlıları. Evde, kaç gündür bekleyen kestaneleri çizip de kavurmak yerine,  düdüklüye koyup, haşlıyorum. Kızım burun kıvırıyor, "_Ben kestane yemem." diyor. Tutturmuş tatlı istiyor.  Ben de "_Sen misin tatlı isteyen?" deyip kestaneleri robota atıveriyorum. Sonra  kızların eline kestaneli harcı veriyorum ve  yuvarlatıyorum. Çikolataya batır. Bu kadar... Bitti gitti...
           Hem benim ufaklıkların tatlı krizi geçiyor, hem de ben, bugünkü tembelliğimden ödün vermeden, kendimi minumum yorarak, tatlı yapmış oluyorum. (İyi fikir tuttum bunu, ben bundan sonra meşakkatli yemeklerden uzak durayım, bak böyle de güzel oluyor nasılsa...)
            Kestane toplarına gelince ; dışına bakıyorsun çikolata, içini yiyorsun, bildiğin kestane...  Bu gün de böyle geçsin. Hadi kalın sağlıcakla...


Tarif buradan alınmıştır.
 Ben bu tarifi Sevgili arkadaşım Gelibolu 17 ye gönderiyorum. Etkinliğin kolay gelsin arkadaşım. 

Malzemeler:


  • 4 su bardağı haşlanmış, soyulmuş kestane (ezilmemiş halde) 
  • 200 ml krema
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 2 adet vanilin
  • 180 gram bitter çikolata
  • üzeri için hindistancevizi, fındık yada antepfıstığı gibi süsler

Yapılışı:
  1. Haşlayıp soyduğumuz kestaneleri robota atıyoruz. Üzerine pudra şekeri, vanilin ve 5 yemek kaşığı krema katıp iyice robotta çekiyoruz.
  2. Biraz da elimizle yoğurup, yuvarlak küçük toplar yapıyoruz.
  3. Bir tencerede benmari usulü erittiğimiz çikolatayı açmak için arada birer kaşık krema ilave ederek, çikolatanın istediğimiz akışkanlıkta olmasını sağlıyoruz. 
  4. Sonra bu kestane toplarını çikolataya atıp, tepsiye diziyoruz. Dolaba kaldırıyoruz.
  5. İsterseniz hemen sıcakken isterseniz benim gibi daha sonra üzerine fındık kırığı yada başka birşey ekleyerek servis yapıyoruz. Afiyet Olsun...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Reyhan Şerbeti



                   Şerbetler, Osmanlı mutfağının olmazsa olmazları arasında. Açıkçası benim de, denemeyi ve öğrenmeyi çok sevdiğim şeylerin başında geliyor. Hele de doğal olmayan içeceklerle kuşatılmış durumdayken...
                   Reyhan otuyla, tanışıklığım anca iki seneyi bulur. Çorumlu komşularımdan öğrendim bu bitkiyi. Onlar resimde de görülen tohumlarını kullanmayı seviyorlar. (Fakat şerbette, tohumlu olanları almamazı öneririm. Ben iki demet reyhan aldım, biri tohumlu, diğerini tohumsuz tercih ettim. Farklı yerlerde kullanılacak olduğu için. )Hele de Çorum usulü Tavuklu Bulgur Köftesi 'nde  muhteşem oluyor.
                 Ben şahsen kendim alıp kurutuyorum artık reyhanı. Bulgurlu olan herşeye çok yakıştırıyorum. Hal böyle de, iş, şerbete gelince biraz değişiyor. Bloklarda gezinirken gördüğüm bu şerbeti, biraz araştırdıktan sonra, Cahide Jibek'in ölçüleriyle denemeyi uygun buldum. Rengi onun da dediği gibi daha kırmızı oldu, çünkü benim reyhanlarımın rengi daha bir koyu idi.
               Büyük kızım bir tadına bakıp beğenmediğini söyledi, küçük olan ise, benim verdiğim birinci bardaktan sonra arkasından iki bardak daha götürdü. Söylemek istediğim gibi, kimi çok severken kimi sevmiyor. Sevip sevmeyeceğinize de denemeden karar vermemelisiniz bence.
 Son bir not; reyhan bitkisinin,

  •  anne sütünü artırmaya
  •  mide bulantısına
  •  baş ağrısına
  •  öksürüğe iyi geldiği söylenir.
             Şerbetini eğer ki şekerli yapmak istemiyorsanız, bal ile de tatlandırarak içebilirsiniz. Afiyet Şifa Olsun...
       

Malzemeler:

  • 1 demet reyhan
  • 7 kaşık şeker
  • 1 adet limon (az sıkılmış)
  • 1 çay kaşığı limon tuzu
  • 8 bardak sıcak su

Yapılışı:
  1. Reyhanları kalın saplarından ayırarak ,(uçlarındaki ince saplarıyla birlikte) sürahiye koyuyoruz. Üzerine şekeri ilave ediyoruz.
  2. En üstüne limon kabuklarını koyup, sıcak suyu ekliyoruz. Limon tuzlarını da katıyoruz, böylece dinlenmeye bırakıyoruz.
  3. Böylece dinlenen şerbeti, süzdürüp buzdolabına soğuması için alıyoruz. Soğuk içiyoruz. Afiyet Olsun...

6 Kasım 2012 Salı

Mısır Çorbası (En doğalından)


             Bayram dönüşü, annemin evinin önündeki durumlarımız aynen :
Çocuklar hariç 9 kişi evin önünde, bizi Ankara'ya yolcu etmeye hazırlanıyor. Annem, yine her zamanki gibi, arabamızın her yerini birşeylerle doldurmaya çalışıyor. Domates sosları, salçalar, üzüm, nar vs... Oradan babam görünüyor, elinde bir poşet, içi mısır dolu. Ben "_Baba yeter mısır koyma, arabanın her yeri doldu." diyorum. Babam : "_Olsun bunları da kızlara yedirirsin." diye ısrar edince" babamıza boynumuz kıldan ince " hesabı karşı koyamıyorum.
          Eve dönüşte, 3-5 gün bir kenarda kalıyor mısırlar. Nitekim benden başkası da bu işe soyunmayacağına göre, başlıyorum mısır soymaya. Mısır hazırlamaktaki en zor kısım, mısır koçanını tanelerinden ayırmak olduğunun bir kere daha, idrak ederek, defalarca yıkamaya başlıyorum mısırları. Bunu yapmamdaki sebep ise, mısırın tanelerini ayırırken üzerine çıkan nesnelerinden iyice temizlemek. Sonra düdüklüde 40-45 dakika kadar pişiriyorum. Buzluk torbalarına alıp, kalanını çorba yapımında kullanmak üzere ayırıyorum.
           Mısır daha düne kadar en korktuğum sebzelerin başında gelirdi benim, nitekim hâlâ da öyle. Çünkü, gdonun en çok kullanıldığı tohumlardan biri. Bu yüzden, mısır seçimi  konusunda itinalı davranıyorum şahsen ben.
             Mısır bu kadar hassas iken,  "doğal" mısırı bulduğum için kendi kendime bir kez daha seviniyorum.
             Mısır çorbası çok hafif bir o kadar da leziz bir çorba. Yapılması ve yenilmesi kesinlikle tavsiye edilir tarafımca. Taze ve güzel tanelerden oluşan bir mısır çorbası, şifa olur ancak. Kalın sağlıcakla...

Malzemeler:

  • 1 kase haşlanmış tane mısır
  • 2 yemek kaşığı un
  • 1 orta boy soğan
  • 2 diş sarımsak
  • 1 yemek kaşığı tereyağ
  • 2 bardak etsuyu
  • 1 su bardağı süt
  • 4 su bardağı su
  • isteğe göre 2-3  kaşığı mısır taneleri
  • kırmızı toz biber

Yapılışı:
  1. Kasedeki mısırları robotta iyice çek. Soğanları küp küp doğra.
  2. Bir tencereye tereyağ ve biraz da sıvıyağ koyarak, doğradığın soğanları, şeffaflaşana kadar kavur.
  3. Üzerine un ekle ve birlikte yine kavur. Unun kokusu gidince üzerine mısırları ilave et, etsuyu ve suyu da ekle. İçine sarımsakları küçük rendeden geçirerek, çorbaya ilave et.  Kaynamaya bırak.
  4. İndirmeden önce sütü ilave et, birkaç dakika daha kaynat.
  5. Bir taraftan küçük bir tavaya, biraz tereyağ ve sıvıyağ koy. Tereyağ eriyince içine kırmızı tatlı biber kat ve kapat.
  6. Kaseye alınan mısır çorbasının üzerine isteğe göre mısır tanelerinden bir kaşık ilave edebilirsiniz. Bu hazırladığın toz biberli sosu, servis esnasında mısır çorbasının üzerine ilave et. Afiyet Olsun...



5 Kasım 2012 Pazartesi

Üzüm Marmelatı ve Tarım Ülkesi Olmak Üzerine




         Bir hayalim var benim, müsadeniz olursa anlatayım:
Türkiye, sağlıklı toplumun, sağlıklı yiyeceklerin, temiz hava, temiz su, temiz toprağın ülkesi olsun istiyorum. Bunu dünyada herkesin kabul ettiği düzeye çıkarabilmemiz mümkün değil mi?
           Türkiye'de GDO 'li hiçbir ürün üretilmesin istiyorum (Bunun yasalarca çok sıkı bir şekilde korunmasını, insan öldürmekle eşdeğer olmasını )  hatta bir o kadar da önemlisi,   dışarıdan hiçbir sağlığa zararlı ürün girememesini. Hibrit tohuma, ifrit kesilmiyelim mesela. Çünkü buna da gerek kalmasın, biz bunları çoktan aşmış olalım. Ülkemiz sınırlarını nasıl koruyorsa, tohumunu ve toprağını da o şekilde korusun istiyorum.       
          Mutfakta çocuklarımın, ailemin yemeğini ben hazırlıyorum. Fakat süt hazır, un hazır, ekmek hazır, yağ hazır vs. Sağlıklı olmak uğruna ekmeğimi, peynirimi, yoğurduğu kendim yapmaya çalışsam da sağlıksız ürünlerden ne kadar sağlıklı ekmekler üretebilirim ki.
         "_ Farkında mısınız bilmem, yeni nesil çürük". Bu benim değil, dün sabah, bakkalda karşılaştığım yaşlı bir teyzenin sözü.
          Benim iki kızım var. Birinde (ufak da olsa ) kalp sorunu, diğerinde astım var. Çevreme bakıyorum, en yakınıma, binamıza. Yukarıdan aşağıya doğru oturanları düşünüyorum. Biri böbrek hastası, biri kalp, ikisi kanser, biri ms, birinde kalsiyum eksikliği var (ileri düzeyde), ikisinde yüksek şeker, üçünde yüksek tansiyon, en sağlıklılarından ben de kansızlık, b 12 eksikliği vs...  Katılmamak elde değil, "Yeni nesil çürük."


      
           Eskiden bize okutulan bir şey vardı. "Türkiye tarım ülkesidir." İşte tam da bunu istiyorum. Tarım ülkesi olmak istiyorum, sağlıklı tarım yapan bir ülkenin, sağlıklı yiyecekleri ile beslenmek istiyorum. Tarım yapanı suçlamak değil niyetim (benim babam da çiftçidir bu arada) Tarım ilaçlarını onlar sokmuyor ya ülkeye, yada onlar üretmiyor ki sonuçta. Zararlı ise niye çiftçiye satılıyor bunlar. Yasadışı yollardan da almıyorlar üstelik.
           Gelin birlikte düşünelim ne yapabiliriz diye. İlk hayal kurup da bu hayalini gerçekleştiren biz olmayız ya ...
           Bugünkü tarife gelince, GDO'suz ve az ilaçlama ile üretilmiş olan üzümlerden yapılan marmelat. Ben de biliyorum GDO nedir, üzümde bu pek rastlanmaz. Bu şekilde, dikkati bu yöne çekmek istedim. Bu üzümler babamın üzüm bağından getirdiklerim. Dalından koparıldığı 15 gün  olduğu halde taş gibi duruyorlar.Nede salkımlarından kopup düşüyorlar.
          Baktım yemekle bitecek gibi değil, bir kısmından marmelat yaptım. Elimdeki üzüm sarı renkli ve kokusuz olanlardandı. O kadar tatlıydı ki şeker ilavesi yapmaya hiç gerek kalmadı. Şimdilik Kalın Sağlıcakla...

Malzemeler:
  • 2 kg tatlı üzüm
  • 3 su bardağı su
  • 1/2 limon suyu  
  • 1 adet kabuk tarçın

Yapılışı:
  1. Üzümleri, salkımından ayırdıktan sonra, derince bir tencereye alalım. (Ben üzümleri tencereye almadan önce tarttım 2 kg geldi)
  2. Üzerine 3 su bardağı su ekleyelim, kaynamaya bırakalım. (Benim üzümlerim çok sulu değillerdi, bu yüzden su ilavesi yaptım. Kullanılacak üzümün cinsine göre su oranını belirlemekte yarar var.)
  3. Üzümler yeterince yumuşayınca, süzgeçten geçirdim.
  4. Tekrar ocağa aldığım üzüm özü, kıvam almaya başlayınca, 1 tane kabuk tarçın attım. İndirmeden 4-5 dakika kadar önce ise limon sıktım. Ocaktan aldığım marmelatı sıcakken kavanoza koydum. Soğuyunca dolaba kaldırdım. Afiyet Olsun...

3 Kasım 2012 Cumartesi

Kahvaltılık Sos (Lutenitsa ) Tarifi ve Migrenik Durumlarım




             Küçük küçük, tombul tombul elleriyle, iki avucunun ortasında getirmiş bana iğdeleri.
             _Anne ben iğde yedim, iyi oldum, sen de ye. " diyor.
             Başım bana ağır, ben başıma mecbur... Canımdan bezdiğim andır yine,  yaşadığım o tarifsiz ağrılar. Küçük kızım, " _Anne sana iğde getirdim, yersen iyi olursun." diyor.
             O zaman ağrıdan ağladım kabul.
             Ama şimdi farklı bir duygu şu an beni ağlatan. Yavrum benim. Küçük kuzum.
             İğdeyi de o pamuk eller kadar seviyorum artık. İkisi bir noktada birleşti beynimin bir yerlerinde. İğdeler de pamuk pamuk, küçük kuzumun küçük parmakları da...
            Bilenler bilir, migren ne meder birşeydir. İnsanı hayattan da bezdirir, hayatı zehir de eder. Bazen yorgunluk, yada uykusuzluk, bazen üzüntü bazen yediğimiz birşey... Uzar gider bu liste böyle. Sebebi tam olarak bilinemiyor, tedavisi de. İlaçları günlük kullanmam gerekiyor bunu istemediğim için de böyle haftada iki güne kadar artabiliyor.
             Her zaman güzel şeyler konuşamıyoruz doğal olarak, her zaman mutlu olamadığımız gibi... Hayat tam da böyle olması gerekmez mi sizce de? Karanlık olmadan aydınlığın ne kıymeti var öyle değil mi?
             Ben bir başladım mı, akıyor kelimeler. Meğer ne çok anlatacak şeyim varmış, neyse ki tariflerin arasına sıkıştırıyorum da döküyorum içimi. "Çok iş az laf " diyemiyeceğim, muhabbetsiz yemek de olmaz nitekim.
             Yine haftalarca öncesinden kalan bir tarif doğal olarak. Baktım zamanı geçiyor, nihayet görüntüleyebildim sonunda. Herhalde yapmayan kalmamıştır kahvaltılık sosu. Ben bu sene turşu ve soslardan yana bereketli bir yıl geçirdim. Dolabım kışlıklarla dolu. Kış gelsin isterse, hazırım ben evvelallah. Migrene de razıyım aslında, hayatta illaki birşeyler olacak. Benim sepetime de bu düştü ne yapalım.
               Ve işte karşısınızda benim lutenitsam. Elimdeki malzemelerle yaptım bu sosu. Kanımca herkesin damak tadına göre ayarlayabildiği bir lezzet bu. Bazısı domatesi çok kullanıyor. Ben bu sene için yeterince domates sosu yaptığını düşündüğümden bu tarifte domateste biraz cimriliğe gittim doğrusu. Patlıcan, kırmızı biber ve havuç kendini gösterdi böylece.  Kışın kar dışarda lapa lapa yağarken,  sıcacık çayınızın yanında, kızarmış ekmeğinize sürmek isterseniz şayet, deneyin derim. Zira içinde yok yok... Bu iyi birşey yani :))



Malzemeler:

  • 2 kg kırmızı biber
  • 2 kg patlıcan
  • 2 büyük havuç
  • 4 orta boy domates
  • 1/2 demet maydanoz (bunu ben kattım)
  • 1/2 baş sarımsak
  • 1 tane kuru soğan
  • 3 yemek kaşığı sirke
  • 1/3  su bardağı zeytinyağı
  • tuz
  • isteğe göre karabiber

Yapılışı:
  1. Kırmızı biber ve patlıcanları fırında közleyin.
  2. Biberler közlenirken, biz bir tarafta domates ve havuçları rendeleyelim. Biraz tuz ve zeytinyağı ile ikisini  kısık ateşte kavurmaya başlayalım.
  3. Közlenen biber ve patlıcanları soyup, robota atalım. Robotun üstüne, kuru soğan, sarımsak, maydanoz  da atıp iyice çekelim.
  4. Pişmekte olan domatesli havuçlu karışıma ekleyip, birlikte pişirmeye devam edelim. Koyulaşınca indirip, robota tekrar atıyoruz. Bu arada içine baharatlar ve zeytinyağını ve sirkeyi ekliyoruz. Karışımı tekrar ocağa alıyoruz. 
  5. Koyulaşınca ocaktan alıp, temiz ve kuru kavanozlara alıyoruz. Kavanozun kapağını sıcakken kapatıp ters çeviriyoruz. Böylece 12 saat kadar bekliyor. Afiyet olsun...

       

1 Kasım 2012 Perşembe

Osmanlı Tiridi ve Heyecanım




               "_ Aman Allah'ım ! Ben ne yaptım ?" demek oldu ilk tepkim. Korktum evet. Her zamanki gibi, pc 'nin başına geçince, biraz orayı biraz burayı kurcalarken, Bumerang Blok Ödülleri Yarışmasını gördüm. Var mıdır benim gibi internetin içinde bir görünüp bir kaybolan, bilmiyorum. Az zamanım, çok yapılacak işim, ilgilenecek iki haylaz kızım varken, bir de yarışma karıştırıverdim araya.
                Yıllarca okulu tamamlamaya uğraştım (3 yıl). Bu arada, anne olma denemelerim (Nitekim oldum da hem de iki kız annesi). Sonrasında yine internette gezinirken kendi kendime kurduğum bloğum ve onu kaybedip bir ay bulamayışım :) Ah ben neler yapıyorum bir bilseniz. Yapıp bozup, sonra düzeltmeye çalışmakla geçiyor bütün zamanım. Şimdi bunu kim düzeltecek ?
               Bu senenin başlarında, yine 2012 de katiplik sınavına girmiştim. Yine 3 dakikada 90 kelimeyi geçip yine mülakata kalmıştım. Yine çalışmış çabalamış, yine sınavı geçmiştim. Ama kaldım mülakatta, malesef büyük adamları tanımadığım için :(  İşte o mülakatta jürinin karşısına geçtiğim an kadar heyacanlandım. "_Aman Allah'ım Ben ne yaptım?"
               Üstelik, en tarz blok alanına aday oldum. Baktım rakipler dişli. Ooh pek çoğu bu işin kurdu. Kelimelerle iyi oynuyorlar, web işinden iyi anlıyorlar falan falan... Ne yapalım ben de güzel yemek yapıyorum. Benim tarzım da bu olsun bundan böyle.
             Umarım bu yarışma, bana panikatağımı yeniden kazandırmaz. Fazla heyecan bana göre değil vesselam...
             Neyse gelelim Muhteşem Tarifimize. Bu yemek tiritin aslıdır. Babaannemden öğrendiğim şekilde yaptım tiriti. Kabul ediyorum, epey ağır bir yemek oluyor, malum hem yufka, hem de et. Fakat arada yapmadan duramıyacağınız bir yemek bu. Osmanlı tiridi yada Saray tiridi de diyebiliriz. Evet adı böyle olsun :) Koydum gitti...

Malzemeler:

  • 1 kg dana eti  (büyük parçalar halinde) yada kemikli et
  • (isteğe göre kemikli et de kullanabilirsiniz. biz genelde o şekilde yaparız)
  • 2 orta boy soğan
  • 3 diş sarımsak
  • 2 kaşık salça
  • isteğe göre tane karabiber
  • defne yaprağı
  • tuz
Yufkası için Malzemeler:
  • 3 su bardağı un
  • 1 su bardağı ılık su
  • 1 tatlı kaşığı tuz


Yapılışı:
  1. Öncelikle işe yahniyi pişirmekle başlıyoruz. Siz ister parça et isterseniz benim gibi kemikli et tercih edin, düdüklü tencereye bütün malzemeyi katıp etin yada kemiğin yapısına göre yeteri kadar pişirin. Etler yada kemikler tabiri caizse, lime lime olsun.(Soğanları ben küp şeklinde doğrayarak ekliyorum yemeğe, siz isterseniz, arpacık soğanla da yapabilirsiniz tabi.)
  2. Yahnimiz hazır olunca yufkayı hazırlamaya başlayabiliriz. Yahninin pişmesi uzun süreceğinden, yufkanın da soğumaması için, etler piştikten sonra yufka yapımına başlamak en uygunu olacaktır.
  3. Yufka hazırlamak için bir derince kaseye un, tuz koyup ılık suyu azar eklemek kaydıyla, pek de yumuşak olmayan bir hamur elde ediyoruz. Bu hamuru 10 dakika dinlendirip, 9 bezeye ayırıyoruz. Her bir bezeyi çok ince olmayacak şekilde açıp,(büyükçe tabak kadar) yanmaz tavada, yağsız olarak alt üst değiştirerek pişiriyoruz.
  4. Pişirdiğimiz yufkaları üst üste koyup, her bir yufkanın eklenmesinden sonra üzerini ve heryerini sıkıca örtüyoruz. Bu işlemi yufkaların kurumaması ve sıcaklığını muhafaza etmesi için yapıyoruz.
  5. Yahniyi iyice ısıtırken, biz yufkaları rulo yapıp tepsinin boyunda kesiyoruz. Diklemesine sıralıyoruz. Yufkaların üzerine hazırladığımız yahninin suyundan koyarak ıslatıyoruz. Servis tabağının en üstüne ise yahninin etlerini döküyoruz. (kemikli yapmışsanız kemikleri etlerden ayırarak üzerine ekleyin). Sıcak servis yapıyoruz. Afiyet Olsun...